Anasayfaya Dön
Bize Yazın
Video Galeri
Facebook
Twitter
Instagram

 
DOKTOR ERSİN ARSLAN ANISINA

17.04.2018   18521
Facebook Paylaş
 
 
 


DOKTOR ERSİN ARSLAN ANISINA: İNSAN NASIL İNSAN OLMUŞTUR? VEYA İNSANSIZLAŞMA:

Milyonlarca yıl önce, gök boşluğunda sıcak bir gaz bulutu belirir. Bu bulut, uzun bir gelişme sonunda dünyamız olacaktır. Biz insanlar, artık acı ve tatlı bütün serüvenlerimizi onun üstünde yaşamaya başlayacaktık. İnsanoğlunun öyküsü işte bu güneşin parlak ışıkları altında çevrelenen bu bulutla başlar. Sıcaklık, bulutumuzdaki hidrojen ve oksijeni birleştirip göğe uçurarak yaşamamız için gerekli olan suyu sağlamıştır. Ancak kalın bir tabaka halinde dünyamızı saran bulut güneş ışınlarının dünyamıza ulaşmasına engel oluyordu. Dünyamız karanlıktı ve bundan ötürü de soğuması hızlanmıştı. Bu soğumanın milyonlarca yıl sürmüş olma ihtimali yüksektir. Isı kaynama derecesinin altına düştüğü zaman, dünyamızı çevreleyen bulut sağanak yağmurlar halinde boşaldı. Böylece dünyadaki boşluklar su ile dolmaya başlayarak okyanuslar oluşmaya başladı. Oysa canlılığın oluşması için tuzlu sular gerekiyordu. Tuz, okyanuslara uzun jeolojik çağlar boyunca kara parçalarından taşınmıştı. Canlılığın gerçekleşmesi işte bu okyanusların tuzlu sularında gerçekleşti. Okyanuslarda erimiş olarak bulunan hidrokarbonlar birbiriyle birleşerek canlılığın özdeği olan proteinleri oluşturdu.

Yaşamak devinimlilik demek. Taşıyla, toprağıyla, göğüyle, yıldızıyla tüm evren yaşamakta. Biz bitkilerle hayvanları canlı, bunların dışındakileri cansız olarak tanımlamışız. Canlı organizmanın en gelişmişi olan insandaysa düşünme ve bilgi edinme süreci çok özelleşmiş sinirler aracılığıyla başlamıştır.

Descartes’in ünlü “DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VARIM” sözü belki de insanı diğer canlılardan en belirgin özelliktir. Peki insanoğlu milyonlarca yıl süren bu düşünme sürecine nasıl ulaşmıştır. İnsan, nasıl insan olmuştur? Evrende insanlaşma süreci nasıl başlamıştır? Ve bugünlere yani insansızlaşma veya insanlıktan çıkma sürecine nasıl evrilmişiz veya gelmişizdir.

Hepimizin aklına gelen ilk soru, insanın nerede ve ne zaman ortaya çıktığıdır. Milyonlarca yıl süren bu dramatik serüvenin altında yatan bu sürecin bugün için anlaşılmasını sağlayan evrim yasasıdır. Bu yasa Darwin’e göre doğal ayıklama ve ya da doğal seçmedir. Yaşam süresince yaşamayı başaranların ve ayakta kalanların özellikleri daha da gelişerek kalıtımsal olarak gelecek kuşaklara geçmektedir. Bu geçiş aynı zamanda gelişmeyi de beraberinde getirmektedir.

Darwin’e göre böylesine bir evrim sonunda hayvandan insana geçişte son halka maymundur. İnsan, çok gelişmiş bir maymun türünün uygun koşullar altında evrimi sonunda meydana gelmiştir. Gerçekte insanla hayvan arasında sanıldığı kadar büyük bir uçurum yoktur. Hayvanın insana oranı, tomurcuğun çiçeğe oranıdır. Moleküler genetiğin bizi götürdüğü yer hoşumuza gitmese de bizi şempanze ile burun buruna getirmektedir. Protein benzerliğimiz %99’dur. Yanılgı belki şuydu. Bir tür başka bir türü doğuramaz. Bir türden ancak alt türler ortaya çıkar. Bu alt türlerde zaman akışı içinde başarılı olanlar yani güçlüler soylarını devam ettirirler veya yok olurlar. Darwin’in “İnsan maymundan türemiştir.” sözündeki yanlışlık belki de şuradadır. Aslında goril, şempanze, maymun dediğimiz “iri primat” takımının içinde insan da vardır.


Hollandalı Anatomist Louis Bolk’a göre insanları doğadaki diğer varlıklardan ayıran başkalaşma yani insanlaşma nedeni doğadaki diğer canlılara göre olan bireysel gelişmedeki gecikmedir. Bolk, bunu “RETARDASYON KURAMI” olarak açıklar. İnsana özgü olan bir çok nitelik bu gecikmenin sonucudur. Hayvan doğduktan birkaç gün sonra yürür. İnsan ise ancak bir yıl sonra yürümeye başlar. Hayvanın büyümesi bir veya birkaç yılda tamamlanır. İnsanın büyümesi ise yaklaşık olarak ondokuz yıl sürer. Üreme ve üretme yeteneği hayvanlarda birkaç ay ya da birkaç yılda, insanlarda ise onbeş yılda başlar. Daha pek çok durumda insan uzun yıllar, doğuş sırasında ki durumda yani embriyonal durumunda kalır. Her hayvan doğduğunda çevresine uyar, insansa bu güçsüzlüğünden dolayı çevreye uyamaz. Çünkü beyin-akıl gelişimi bunu sağlayacak kapasitede değildir. Bu yüzden yaşayabilmesi için çevresini kendisine uydurmak zorundadır. Bunun için bir zamana gereksinimi vardır. Aslında tükenip yok olmaması da bu gecikmeye bağlıdır. Profesör Bolk’a göre bu gecikmenin nedeni bir iç engellemedir. Bu engellemeyi de hormonlar yapar. Engelleyici hormonların çoğalması, beynin büyümesi ile orantılıdır. Zeka da beynin bedene göre büyüklüğüyle artmaktadır. İnsanoğlu doğadaki diğer canlılara olumsuz olan bu durumunu yani güçsüzlüğünü doğada var olmak için çevresini kendisine uydurabilmek için akıllanarak çözmüştür. Böylece beyni büyümüş, zekası artmıştır. Diğer hayvanlar bulunduğu ortama göre yaşarken veya yaşamını sürdürürken, insan iklim, doğa vb. koşulları fark etmeksizin dünyanın her köşesinde yaşayabilmektedir.

İsviçreli zoolog Portmann’a göre insanoğlu doğduktan bir yıl sonra bile ana rahmindeki gibidir. İnsanın erken doğuşundan gelen bu gecikme, ömrü boyunca sürer. Bu gecikme insan yavrusunun uzun süre ana babası tarafından beslenmesini gerektirir. Güçsüzlüğün nedeni olan erken doğum, güçsüzlüğün gereği olan beyni zorlamıştır. Portmann’ın bu görüşü Anatomist Bolt’la uyuşmaktadır. Alman Antropologu Arnold Gehlen, ortak bir atadan geldikleri halde, insanla hayvan arasında bir nitelik farkı bulunduğu kanısındadır. Gehlen’e göre insanda bir hayvanlık vardır ama insanın varlığı bu hayvanlığın sınırını aştıktan sonra başlar. Hayvanın her organı çevreye uymadır. İnsanın hiçbir organı çevreyle uyumlu değildir. Devekuşu step için, kutup ayısı buzullar için yapılmıştır. Buna karşı insanın, doğanın hiçbir koşuluna uygun gelen hiçbir organı yoktur. İnsan yaşamasını, hayvan gibi çevreye uymasına değil, kendine özgü bir özellikle çevreyi kendisine uydurmasına borçludur. Hayvan doğa karşısında tam ve uygun, insansa eksik ve doğaya karşıt bir varlıktır. Hayvanın bütün davranışları doğanın isteğine göre düzenlenmesine karşılık insanın bütün davranışları doğaya karşıdır.

İnsan varlığı, dik yürüme ve bunun ardından beynin büyümesi ve zekanın ortaya çıkmasıyla başlar. Dik yürüme, insanın ellerini serbest kılmıştır. Ayaklık etmekten kurtulan eller boş kalınca, zekanın güdümüyle, aletleri işlemeye ve kullanmaya başlamıştır. Hayvanın çevresine bağımlı olması ellerini kullanma özgürlüğünü kısıtlamıştır. Doğaya karşı organları özelleşmeyen insan çevresine karşı özgürdür. İnsanlaşma sürecinin temel noktası burada başlamaktadır. Çevresine bağımlı hayvana karşılık, el ve akıl birlikteliğini kullanarak çevresine karşı özgür olan insan, insanlaşma sürecini başlatmıştır. Bu aşamada insan özgürlüğünü henüz dili gelişmediği için beyin-el diyalektiğine borçludur. Bu yüzden uygunsuz koşullar altında yok olan hayvan türlerine karşılık insanoğlu her ortamda türünü sürdürmektedir. Beyin ve el, bütün özel veya olumsuz durumlar karşısında insanı özgür kılmıştır. İnsan bu çevre koşullarını değiştirebilir. Veya onlara karşı savaşıp kendini koruyabilir. Böyle bir güç, insandan başka hiçbir canlıda yoktur. Hayvan aletsiz yaşayabildiği halde insan aletsiz yaşayamaz. Ateş, balta, silah, vb. gibi aletlere sahip olmayan insan doğayı yenemez ve tükenip gitmek zorunda kalırdı.

Buna karşın, insanla hayvan arasında hiçbir nitelik farkı bulunmadığını, insanın gelişmiş zekalı bir hayvan olduğunu ileri süren kuramlarda vardır. Bu kurama göre insan yetenekleri hayvan yeteneklerinin mükemmelleşmiş bir biçimidir. İnsanlık yapıyla hayvanlık yapı arasında temelde bir ayrım olmadığını Köhler ileri sürmüştür. İnsanlık yapıda görülen organ eksikliklerini beyin tamamlamaktadır.

 

Bilimsel bulgular, insanı insan edenin emek (iş) olduğunu tanıtlıyor. İnsan, alet yapan bir hayvandır. Elin gelişmesi, insanoğlunun başkalaşımında atılmış en önemli adımdır. Kant’ında dediği gibi, el, dışarıya doğru uzamış bir beyindir. Darwin’e göre atalarımız dik durmayı ve yürümeyi bir zorunluluk olarak ele almışlarsa, bunun nedeni, ellerin başka türlü işler yapmış olmak için kullanılmasındandır. Darwin’e göre elin özgür kalması maymundan insana geçişin en önemli özelliğidir. Bugün elin kas, bağ ve kemik dokusunun gelişmesi sonucudur ki Leonardo Vinci ve Rafael tablolarını, Michelangelo heykellerini, Paganini müziğini, Gazi Yaşargil yeni cerrahi tekniklerini geliştirmiş ve ameliyatlarını yapacak mükemmelliğe ulaşmıştır. Ama bu gelişimde en önemli organ el olmasına karşılık tek başına yeterli değildir. Bir diğer önemli organ olan göz, ellerin görevini üstüne almış, ellerin yükünü azaltmıştır. Görevi azalan el kendini bilgi işleminden kurtararak daha çok eylemde bulunmuştur. Böylece insan doğada o güne kadar bilinmeyenleri keşfetmeye başlamıştır. Elin gelişmesi, insan yapısının bütün bölümlerini doğrudan doğruya etkilemiştir. Elin işi, işin eli geliştirmesi sonucu işbirliği ve bunun sonucunda toplumsallık doğmuştur. Toplumsallığın gelişmesi insanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlayan dilin oluşmasını zorunlu kılmıştır. Önce iş, arkasından dilin gelişmesi insan beyninin gelişmesini arttırmıştır. Sözcüklerin gücü insanı toplumsallaştırmıştır. Maymun çocuğuna hiçbir bilgi vermeden ölür. İnsan çocuğuna yirmi milyon yıllık bir bilgi bırakır. Dil, insangillere, kendisini diğer canlılardan üstün kılan en önemli özelliktir. Dilin kullanılmaya başlanması ile birlikte bu sefer dil-düşünce diyalektiği gelişmiştir. İnsan dil ve düşüncesi zaman ve mekan kavramını oluşturmuştur. Bu başarı, dil-düşünce gücüyle yani insanca bir başarıdır. Toplumsal yaşam insan bilincinin oluşmaya başladığının bir göstergesidir. Çünkü insan, bütün insanlığın gelişmesinin bir ürünüdür.


İnsanlaşma sürecinin bir diğer gelişimi ise içgüdüleri ile hareket eden insanın, beynin gelişimiyle beraber içgüdülerinin azalmasıdır. İçgüdü bir düşünce işi değil, bir beden yapısı işidir. İçgüdüler öğrenilmezler ve deneme yoluyla kazanılmazlar. İçgüdü öğrenildiği oranda azalmaktadır. Bu açıdan bakıldığında insan denen varlıkta içgüdü bulunmaması gerekmektedir. Çünkü insan bir olay karşısında içgüdüsel olarak davranmaz. İçgüdü belli bir olay karşısında belli bir davranış şeklidir. Düşmanını gören hayvan ya bağırır, ya kaçırtır veya saldırır. İnsanın o anki davranışı, sosyal, etnik ve entelektüel koşullarına bağlıdır. İnsanda içgüdüler değil içgüdülerin kalıntıları olan içtepiler vardır. İnsan, içgüdülerinin eksikliğini zekasıyla, organlarının yetersizliğini de zekasının üretimi olan teknikle gidermiştir. İnsan, artık kendini daha çok eyleme iten ele, dile ve akla götürmektedir. Sonuç olarak insanlaşma el-dil-akıl diyalektiği ile başlamıştır. Bu ise tümüyle insanlaşma işidir.


İnsanlığın evrimi milyonlarca yıldır devam etmekte. Bugün bir arada olduğumuz meslektaşımız Ersin Arslan’a yapılan kıyım öncesi ve sonrasıyla, dünyada ki paylaşım savaşları, yukarıda bahsettiğim insanlığın oluşum sürecinin hiç birine uymamaktadır. İnsanlık artık geriye doğru giden bir sürece yönelmeye başlamıştır.

Bugün geldiğimiz noktada artık el-akıl-dil diyalektiği ortadan kalkmıştır. Beynimizin uzantısı olan eller artık saldırı amacıyla kullanılmaktadır. Dün Dr. Ersin Arslan’ı öldüren eller bugün bir çok meslektaşımızı dövüyor, hatta öldürüyor. Oysa ki elimizi kullanmamız insanlaşmamızın ilk adımıydı. Bugün ise insansızlaşmamızın göstergesidir. Akıl ise devre dışı kalmış, akıl tutulması olmuştur. İnsanlar artık akıllarını kullanmayarak iç güdüleriyle hareket etmektedirler. Artık alet tutan elimiz yok, ellerimiz sadece silah tutuyor veya tutturuyorlar, artık aklımız yok, çünkü hiçbir şeyi düşünmüyoruz veya düşündürtmüyorlar. Ama dilimiz var, hem öyle az buz da değil, konuşa konuşa hipertrofiye uğramış bir dil. Şiddetin, savaşın çığırtkanlığını yapan bir dil bu. Ulusal ya da uluslararası sorunlarını dayatma, şiddet ve güç kullanma gibi faşizan yollarla çözmeye çalışan bir devlet giderek bir şiddet toplumuna dönüşmüştür. Şiddet şiddeti doğurmuştur. Bugünkü geldiğimiz nokta budur. Şiddet ülkenin her alanına yayılmış durumdadır. Çünkü iktidarın dili aynı zamanda şiddetin dili olmuştur. Bu dil hasta ve yakınlarını hekimlere ve sağlık çalışanlarına, öğrenci ve velileri öğretmenlere, vatandaşı sanatçılara karşı kışkırtan, kendi ülkesindeki şiddet yetmiyormuş gibi aynı etnik ve dini temele dayanan komşu ülke halkına karşı aynı dili kullandığı kışkırtıcı bir dildir. Bu dil şiddet ve savaşın dilidir. Oysa ki biz barışın, kardeşliğin ve özgürlüğün dilini kullanmalıydık. milyonlarca yılın beklentisi sonucunda ne dünyamız böyle bir dünya, ne ülkemiz böyle bir ülke, ne elimiz silah tutan bir el, ne beyinsiz bir aklımız, nede insanlığımız böyle bir insanlık olmalıydı. Şu an insanlık adına, hekimlik adına, Ersin Arslan’ın adına tam bir hüsranı, yıkımı ve acıyı yaşıyoruz.

KAYNAKLAR
Orhan Hançerlioğlu. Düşünce Tarihi. Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999

DR. ALİ İHSAN ÖKTEN(Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı)

Göğüs Cerrahisi Uzmanı Dr. Gökalp GÜZEL'in Katkılarıyla...






Gaziantep'te şok FETÖ operasy...

Gaziantep OBEZİTE'ye meydan ok...

"Gaziantep'te FETÖ/PDY soruştu...

ÖZEL HATEM HASTANESİ HEMŞİRELE...

HEMŞİRELER KAHVALTIDA BİR ARAY...

Anneler Günü’nde Kadın Hekime ...

Sağlık-Sen’den muhteşem gece ...

BEYAZ MELEKLERİ SEV‘in...

Özel Düztepe Yaşam Hastanesi G...

SANKO ÜNİVERSİTESİ’NDE ULUSLAR...

Op.Dr. Lokman Bayrak DEVA'da.....

Gaziantep Medicalpark Hastanes...

NCR International Hospital Büy...

“Dünyagöz Hastanesi Bilgilendi...

YEREL YÖNETİCİLER VE DÜRÜSTLÜ...

Özel Gaziantep Anka Hastanesi...

Bu yıl ülkemizde eczacılık eği...

HEMŞİRELİK HAFTASI...

HEMŞİRELER SAĞLIK BAKIMI SUNUM...

SANKO ÜNİVERSİTESİ REKTÖR...

Türkiye’nin kurumsal işitme me...

Evcil dostların sağlık merkezi...

74.Bölgesel Eğitim Toplantısı...

GÜLŞEN: SAĞLIK-SEN’İ TAKDİR ED...

Genel Cerrahi Yrd.Doç.Dr.Cem O...

Ağar ve Seçinti Ailesinin Mutl...

ECZACILIK HAFTASI PİKNİKLE BAŞ...

ERKEKLERDE SIK GÖRÜLEN HASTALI...

EMPATİ VAR MI?...

HEMŞİRELİK MEŞALESİNİN YAKILDI...

Gönül Telinden Eczacının Sesin...

Op. Dr Ahmet Neccar’ın Kayınp...

50 Bin sağlıkçının mağduriyeti...

ŞİŞKİNLİK VE STRES...

Doç. Dr. Osman VIRIT ve Doç. D...

MEDİCALPARK ÇOCUK NÖROLOJİ NÖB...

BAHAR AYLARINDA ALERJİK RİNİT ...

Dalgınlık, epilepsi işareti ol...

MÜMESSİL DERNEĞİ BAŞKANINDAN N...

Radyoloji Uzmanı Doç. Dr. Zülk...

OPR. DR. FARUK AYKANAT HASTA K...

Acil Duruma İlk Müdahale Eden ...

MÜDAD’TAN TEŞEKKÜR ZİYARETLERİ...

Gaziantep Üniversitesi’nin Par...

DEĞİŞİM KREŞ VE GÜNDÜZ BAKIM E...

İnsan sağlığı bu kadar ucuz ol...

ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ’...

SAĞLIKTA TANITIM YAPILIYOR MU?...

Silikon faciası! Dudakları alı...

Dr. Ömer Aykut'tan hekim açığı...

Bakanlık yeni yasa taslağına y...

KADINLAR NEDEN GÜZELLEŞMELİ?...

MİNİKLERE 23 NİSAN SÜRPRİZİ...

GAÜN Hastanesi’nde Çocuk Bayra...

HAYAT VAKFI, HASAN KALYONCU ÜN...

Gaziantep-Kilis Tabip Odası Ar...

NCR International Hospital Hek...

GAÜN PLASTİK CERRAHİDEN BAHARA...

ECZANE ANTEPLİOĞLU AÇILDI...

Şaşılık ve Göz Tembelliği...

Uzm. Dr. Recep AKGEDİK Göğüs H...

HATEM HASTANESİ’NDE ERKEN TEŞH...

Ortopedi ve Travmatoloji Op. D...

MEDİCALPARK HASTANESİ 23 NiSAN...

Çocuk Hastalıkları ve Çocuk Nö...

GAZİANTEP BÖLGE FATURA KESİNTİ...

BAHAR MEVSİMİNDE ALERJİ ÖKSÜRÜ...

Dr.Ersin Arslan Unutulmadı...

Akademisyen Sağlık Hukuku Danı...

Gaziantep’te Dostluğumuz ve Me...

MEDİCALPARK’TAN HALKA PARKİNSO...

YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM HEMŞİREL...

OĞUZ BOYLARI BİRLİK İÇİNDE...

Rektör Gür’den Tüp Bebek Ünite...

BAĞIMLILIK GELECEK İÇİN BİR TE...

Laringofaringeal Reflü (Sessiz...

Ptozis (Göz Kapağı Düşüklüğü)...

YAZAR AHMET ÜMİT GAZİANTEP’TE...

IV. DENEYSEL HEMATOLOJİ KONGRE...

Gaün Endokrin Bölümü persone...

Reçetesiz ilaç veren 6 eczaney...

Son dakika: Tunceli'de helikop...

Sürekli yemek yiyor, 8 aylık b...

Komadayken doğum yapan kadının...

Doktorluk mu önce gelir aile m...

OTİZM FARKINDA MIYIZ?...

NECCAR, KARDİYOLOJİ EKİBİNİ TE...

Prof. Dr. Alper İbrahim Dai / ...

DEPRESYON YAYGIN GÖRÜLEN, TEDA...

Oftalmik Farmasötik ajanlarda ...

Expomed’de Mespa Rüzgarı...

Türkiye’nin 4’üncü, Nöroloji Y...

Özel Tam-Med Hastanesi ÜROLOJİ...

EXPOMED 2017 İstanbul’u 4 gün ...

GAZİANTEP SAĞLIKTA RAHAT BİR N...

GAÜN’de Anadolu Ateşi Büyüledi...

UZM.DR. MUSTAFA ÇİFTÇİ, ÖZEL H...

Göz Hastalıkları Uzmanı Dr.Eyü...

Gaziantep’te hastaneden doktor...

Çalışırken ölmek, öldürülmek i...

BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ŞİM...

Gaziantep Ortopedi Ailesi Skol...

REFLÜDE ALARM BULGULARI...

Milletvekili Uzer ve Başkan Fa...

İlk Yardım Eğitimi...

ÖZEL MİRKELAMGÖZ TIP MERKEZİ’N...

KAROTİS ARTER HASTALIĞI (KAH) ...

30. 40. ve 50. YILINI DOLDURAN...

SGK Hizmet Binası törenle açıl...

TABİP ODASINDAN ERSİN ARSLAN’A...

ŞEKER ÇOCUKLARIN SESİNİ DUYUN...

OTİSTİK ÇOCUKLARA AĞIZ VE DİŞ ...

5 NİSAN Eczane Teknisyenleri G...

SANKO ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTE...

En Az Sezeryan Doğum Gerçekleş...

GAÜN’de ‘Savaşta Acil Hizmetle...

Otizm Farkındalık Etkinlikleri...

Sağlıkçılar turnuvada buluştu...

SANKO ÜNİVERSİTESİ’NDEN HALKA ...

BU HAFTA KONUĞUMUZ KADIN HAST...

Kafa Travmaları...

BAHARDA BESLENMEYE DİKKAT...

Diş hekimleri Seminere doymuyo...

Sağlıkçı Şehit İlknur Bedir’in...

YAPAY ZEKÂ TEHLİKESİNİN İLK BE...

DEHA AKADEMİ ANAOKULU DÜNYA S...

Ruh Sağlığı Gereksinimi Eylem ...

GAÜN’de ‘Savaşta Acil Hizmetle...

GÜZELLİKLER İÇİNDE 50 KOCA YIL...

Gaziantep Kilis Tabip Odası He...

Kadın Hastalıkları Ve Doğum Uz...

Ameliyat için İZMİR’den Gazian...

ÜROLOJİ UZMANI OPR. DR. GÖKHAN...

Gözlükcüler oda olma yolunda...

Çocuklarda hiperaktivite ve di...

Onkoloji Hastanesi’nde Çocukla...

BU HAFTA KONUĞUMUZ PSİKİYATRİS...

14 Mart, iyilik, dostluk ve da...

Dermatoloji(Cildiye) Uzmanı Dr...

Gaziantep Kamu Hastaneler Birl...

Deva Hastanesi Down Sendromlul...

EĞİTİM KURUMLARI İŞBİRLİĞİ İÇİ...

SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ’NDE 1...

Özel HAYAT Hastanesi ‘‘14 Mar...

Gaziantep-Kilis Tabip Odasında...

SAĞLIK EKİP İŞİDİR...

Sevgi’de 14 Mart Tıp Bayramı K...

GAZİANTEP MEDİCALPARK HASTANES...

Hatem’den 14 Mart Tıp Bayramı ...

GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ ARAŞTIR...



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10